“When people in authority want the rest of us to behave, it matters—first and foremost—how they behave. This is called the “principle of legitimacy,” and legitimacy is based on three things. First of all, the people who are asked to obey authority have to feel like they have a voice—that if they speak up, they will be heard. Second, the law has to be predictable. There has to be a reasonable expectation that the rules tomorrow are going to be roughly the same as the rules today. And third, the authority has to be fair. It can’t treat one group differently from another.”
David and Goliath: Underdogs, Misfits, and the Art of Battling Giants; Malcolm Gladwell
“Your protest is not legal!” said chancellor to our friends, who were representing boycotting students. It was twenty two, twenty three years ago, and we were protesting privatization of cafeteria and high increase in lunch prices. Probably, the protest was really not legal, maybe still it is not. Yet, regardless of its being legal or not, authority would find an article, an exception, and would say it’s not legal bla bla bla, it’s not the time etc etc, you mind your business, know your place, so on and so forth. Anyways, our chancellor professor, who currently sends us lovely emails asking to hold hand in hand to support our university, at that time was trying to set us apart from acting together and was finding no shame to threaten us with law. He got his answer from one of our friends who was studying political science; “maybe, but it is legitimate!”. The reasoning behind probably was from political science and did not have much to do with what I quoted from Malcolm Gladwell. Still, this was the first event I remembered when reading this bit in the book. Our dear professors, were breaking the first law by not listening to our voice, breaking second law by changing the traditional rule of university supporting students with subsidized food, and breaking the third law by starting to behave differently to supporters and non supporters of boycott about other student rights.
On the other hand, legitimacy is not something that requires a fancy description. It does not because humans act against unfairness “not according to a cold mathematical logic, but rather according to a warm social logic” as Yuval Noah Harari says in Homo Deus. This social logic is so much burnt into humans, that shows itself as an immediate reaction against unfairness which can be observed even in games played by children, and surely in business and daily life of adults.
Today, tension in both social and economic life (independently from your or my ideas about its reasons), is pushing executives to find solutions, to learn more, to change, to progress, and to work better. Yet, only few is achieving so and non-achievers are finding their solutions in attacking principles of legitimacy, an element embedded into our genetic codes. The most recent case is seen in France in act of yellow vest protests, and we may find many more in very recent world history.
In business world, we are seeing executives and executive groups who instead of trying to keep pace with change, are bemoaning about conditions, acting as if finding solutions and showing direction are not their fundamental duties and using those complaints as weapons against principles of legitimacy. The trendy terms of recent past such as inclusive management, synergy, transparency, internal customer, employee engagement, or anything similar coming to your mind, are usually and firstly forgotten by companies who used them most. They claim to apply “immediate prevention” which basically means people being laid off, their careers and dreams being harmed without their solutions and voices being listened to. Without asking if we could have preserved the rules, rules are being changed with lame excuses, and as opposite of fairness, people are categorized as “dispensable” and “not yet dispensable” which surely will soon accompanied by changing attitudes too.

These unpleasant patterns, should trigger hope, not pessimism despite all its bitterness. The giant attacking the principles of legitimacy, may have a very big body. However, the reasoning behind his attack is caused by his own weakness, his stagnancy and his unwieldiness. The giant, today playing with principles of legitimacy, tomorrow might crash the whole organization with his sloppiness, and what seems unfair today might put you in an advantageous place by saving you from staying under the debris.
If you liked the subject, you may first like to listen the unheard story of David and Goliath from Malcolm Gladwell. (15minutes) Then, you may read his book David and Goliath: Underdogs, Misfits, and the Art of Battling Giants. Alternatively, you may comment below and we may discover the rest together.
“Otorite sahibi insanlar geri kalanımızın uslu durmasını istiyorsa, her şeyden önce kendilerinin uslu durması gerekir. Buna “meşruluk” ilkesi denir ve meşruluk da üç şeye dayanır. Birincisi, otoriteye riayet etmesi istenen insanlar, söz sahibi olduklarını -düşündüklerini söyledikler takdirde seslerinin duyulacağını- hissetmelidir. İkincisi, yasalar öngörülebilir olmalıdır. Yarınki kuralların bugünkü kurallarla kabaca aynı olacağına dair makul bir beklenti olmalıdır. Ve üçüncüsü yönetim adil olmalıdır. Bir gruba diğerinden farklı davranamaz.”
Davut ve Golyat – Olağan Mağluplar İçin Devlerle Savaşma Sanatı, Malcolm Gladwell
“Boykotunuz yasal değil!” demiş bizimkilere zamanın rektörü. Yirmi üç, yirmi dört yıl önce, üniversite yemekhanesinin özelleştirilmesini ve yemek fiyatlarının katlanarak artmasını protesto eden öğrencilerin temsilcilerini makamına kabul ettiğinde böyle söylemiş. Belki gerçekten de yasal değildi, belki hala değil, öyleyse ve öyle değildiyse bile, otorite, elbet bir yasa maddesi bir istisna bulunabilir, bık bık bık yasal değil, vık vık vık sırası değil, bıy bıy bıy şimdi değil, sen işine bak, haddini bil, bir dolu şey söyleyebilir. Neyse, bugün bizlere canım çocuklarım, üniversitemiz için el ele verelim hadi güzellerim diye mailler gönderen rektör hocamız, o zaman zaten el ele vermiş bizi ayrı düşürmeye çalışıyordu ve yasal değil diyerek gözdağı vermekte de bir beis görmüyordu. Cevabını, siyaset bilimi okuyan arkadaşlarımızdan biri vermiş o zaman, “olabilir ama meşru!”. Arkadaşımızın gerekçeleri muhtemelen Malcolm Gladwell’den yaptığım alıntıdan farklı ve siyaset bilimine referans veriyordu. Gene de kitapta bu bölümü okuduğumda ilk aklıma gelen şey bu olay oldu. Çünkü sevgili hocalarımız, o zaman bizleri dikkate almadan yemekhaneyi özelleştirerek birinci kuralı, üniversite yemekhanesinin kar edebilen bir kuruma dönüşmesine izin verip üniversitenin öğrenciyi desteklemesi geleneğini yıkarak ikinci kuralı, ve detayına şimdi giremeyeceğim şekilde, yemekhane boykotunu destekleyenler ve desteklemeyenler olarak öğrencileri ikiye bölüp diğer etkinliklerde ve sosyal hakların sunulmasında farklı davranarak üçüncü kuralı çiğnemişlerdi.
Öte yandan, meşruluk, çok da öyle cafcaflı bir tanım gerektiren bir kavram değil. Değil çünkü haksızlık ve haksızlığa uğrama karşısında insanlar, Yuval Noah Harari’nin Homo Deus‘da dediği gibi “katı matematik mantığı ile değil, duyarlı bir sosyal mantıkla hareket eder”. Bu sosyal mantık uzun insanlık tarihinde öylesine işlemiştir ki içimize, küçük çocukların oyunlarında da yetişkinlerin iş veya iş dışı hayatlarında da neredeyse tam bir refleks olarak haksızlık karşısında kendini öne atar.
Bugünse, hem sosyal hem ekonomik hayattaki gerginlikler (sebepleri ile ilgili fikirlerimden ve fikirlerinizden bağımsız olarak), kamu veya özel alandaki yöneticileri çözüm bulmaya, daha çok öğrenmeye, değişmeye, işbirliğine, ilerlemeye, işlerini daha iyi yapmaya iterken çok azı bunu başarabiliyor ve çuvallayanlar çözümü saldırıda bulup, genetik kodlara işlenmiş en temel ilkelerden birine, meşruluk ilkesine ihanet ediyor. En günceli Fransa sarı yeleklilerin olayında olmak üzere, tüm dünyadan çok yakın tarihe ait onlarca örnek sayılabilir.
İş hayatında ise tüm bu değişime ayak uydurmaya çalışmak yerine, şartlarla ilgili sızlanan, çözüm bulma, yön gösterme görevini bir köşeye atıp tüm bu sızlanmaları meşruluk ilkelerine karşı silahlara dönüştüren yöneticileri, yönetici gruplarını görüyoruz. Son yılların pek moda lafları olan katılımcı yönetim, sinerji, şeffaflık, iç müşteri, beraber yönetim, aklınıza bu minvalde ne gelirse, en çok da bu lafları kullanan şirketler tarafından unutulup “acil önlem” adı altında sesi ve çözümleri dinlenmemiş insanları işlerinden ediyor, kariyerlerini, hayallerini zedeliyor. Kurallar korunabilir mi diye sorulmadan, türlü bahanelerle kurallar değiştiriliyor ve herkese adil davranmanın tam tersi olarak insanlar “vazgeçilebilir” ve “ilk etapta vazgeçilemez” olarak ayrılıp farklı muamele görmeye başlıyor.
Bu tatsız örüntüler, tüm tatsızlığına karşın, karamsarlığı değil, tam tersine umudu tetiklemeli. Meşruluk ilkelerine saldıran dev, cüsse olarak büyük olsa da, saldırı sebebi cüssesinin tersine bizzat kendi güçsüzlüğü, kendi hareketsizliği ve hantallığıdır. Bugün meşruluk ilkeleri ile oynayan dev, yarın elinin ayağının dengesizliği ile tüm bir kurumu ezebilir ve belki de bu sizi enkaz altında kalmadığınız için avantajlı duruma getirebilir.
Konu ilginizi çektiyse, Malcolm Gladwell’den Davut ve Golyat Hikayesini Türkçe altyazılı olarak dinleyebilirsiniz (15 dk’lık TED konuşması). Sonra yetmez ise, Gladwell’in kitabı Davut ve Golyat – Olağan Mağluplar için Devlerle Savaşma Sanatı‘nı okuyabilirsiniz. Alternatif olarak bu yazıya yorum yazabilirsiniz ve sonrasını beraber keşfedebiliriz.