Yaratıcı Modu Devreye Almak

Dali’nin Anahtarları, Edison’un Bilyeleri ve Einstein’ın Kemanı’ndan Neler Öğrenebiliriz?

Bir kişisel gelişim kitabından okumadılar, ya da bir sinirbilimci onlara beynin nasıl çalıştığından bahsetmedi. Buna rağmen, Dali, Edison ve Einstein kendi akışları içinde kendileri için işe yarayan birer alışkanlığı sezgilerini kullanıp buldular. Bulduklarıyla sanatta ve bilimde muazzam bir yaratıcılık ortaya koydular.

Dali, Einstein ve Edison’un geliştirdiği yöntemler bir noktada ortaklaşıp bugün bir gelişim hikayesi olarak karşımıza çıkıyor, bir yandan da sinirbilimin görece yeni tanımlamalarına kanıt oluşturacak birer örnek olarak anılıyorlar.

Yaptıkları şeyi kavramların ötesinde şöyle tanımlamak mümkün:
Pek çok insanın inatla ve ısrarla -sanki çok büyük bir ayıp veya yetersizlikmiş gibi- kullanmayı reddettiği beyne has bir üretkenlik kapasitesini inatla ve ısrarla kullanmak. Keman, çelik bilye ve anahtarlar bu kullanım için geliştirdikleri kendilerine has yöntemlere eşlik eden birer araç sadece.

Beynin iki çalışma modu var ki buna birbirinden eşsiz iki ayrı üretkenlik modu diyebiliriz. Bunlardan ilki ve çok aşina olduğumuz mod gayet aşina bir isimle karşımıza çıkar: odaklanmış mod. Üretkenlikle ilişkilendiririz ve ilişkilendirmemiz hep tavsiye edile gelmiştir. Düşünmek, çalışmak söz konusu olduğunda merkezde o vardır ve sanki sadece o varmış gibi davranmamızı ister. Örneğin, çalışamamakla ilgili şikayetlenmelerimizde ilk ve tek aklımıza gelen “bir türlü odaklanamıyorum” mealindeki laflardır.

Burada yanılgıya düşmemek gerekir. Beynin odaklanmış modu kötü bir şey değildir. Dikkat, hız, daha fazla bilgiyi daha hızlı edinmek, görev odaklılık gibi ihtiyaçlarımız söz konusu olduğunda beynin ön bölümü aracılığı ile tıkır tıkır çalışır. Ancak sadece odaklanmış modu kullanmanın beraberinde getirdiği bir takım kısıtlamalar olabilmektedir. Tek modu kullanıp diğer modu hor görmek ve hatta görmemek, hadi kötü bir şey demeyelim, mevcut potansiyelimizi kullanmamak ve hatta çalışmayı daha keyifli ve üretken hale getirebilecek bir takım alışkanlıklardan kendimizi uzak tutmaya çalışmak gibidir.

Neden böyle yaptığımızla ilgili açıklamalara dair bazı yaklaşımlar, çok kabaca Endüstri Devrimini ve onun yarattığı gerekliliklerden hareketle şekillendirilmiş -ve maalesef etkileri güçlü bir şekilde devam eden- eğitim sistemini işaret ediyor. Bize öğretilen ve artık sorgulamadan çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz bu odaklanma gerekliliği hissinin altında, verimlilik kaygıları, aynı tip üretkenliği korumak üzere rutini sürdürmek, sorgulamadan ve eski köye yeni âdetler getirmeden çalışmayı sürdürmemizi sağlamak gibi dertler vardı. Bu dertlerin içinde de aslında birey olarak bize ve bizim isteklerimize, hislerimize pek yer yoktur. Böyle tek boyutlu bir çalışma pratiğinde başarısız (kime göre neye göre de apayrı bir hikaye elbet) olunmasının müsebbibi ise elbetteki ancak ve ancak kişinin kendi yetersizliği olacaktır. Peşimizi bırakmayan öcülerden, yetersizlik duygusunun bu mesele ile sıkı bir ilişkisinin olduğunu düşünüyorum.

Neyse efendim, odağımızı çok da dağıtmadan şu odak modu şimdilik bir tarafa bırakalım ve gelelim diğer moda. Diğer moda İngilizce’de “diffuse” mod deniliyor. Bize Fransızca’dan geçen ‘difüzyon’ kelimesi ile aynı kökten geliyor olmalı. Türkçeleştirme çabalarında genelde “dağınık” kelimesi kullanılmış şimdiye kadar, ‘dağınık mod’ denmiş. Kavramla ilk tanıştığımda bana da bu makul görünmüştü ancak şimdi “keşif modu”nu demeyi daha çok yakıştırıyorum. Hatta buna “yaratıcılık modu” dersek de çok yanlış bir şey yapmış olmayız.

Fotoğraf: Colin Behrens

Keşif modundaki beyin, az önce odak modda çalışırken edindiklerini ve aklından geçenleri kalıcı olabilmeleri için, beyinde daha önceden yer etmiş bilgilere bağlamaya girişiyor. Yani, yeni öğrenileni (sadece) yeni öğrenilenle değil, yeni öğrenilenleri ve düşünülenleri eski öğrenilen ve düşünülmüş olanlara bağlamaya başlıyor. Üstelik beynin sadece belirli bir bölümünü değil, tümünü kullanarak yapıyor bunu. İşte şenlik burada başlıyor. Yeni fikirler, ‘ya aklıma acayip bir şey geldi’ler, ‘süper bir fikrim var’lar hep burada oluyor. Yeni olan eski olanla birleşiyor ve yepyeni bir şey çıkıyor ortaya.

Dali, Edison ve Einstein’ın yaptığı işte tam da burada olan şeyi şansa bırakmamak, doğrudan bir açma kapama düğmesi varmışçasına odak modu kapatıp keşif modunu devreye almak üzere düğmeye basmak. Bunun için Dali ve Edison, ilki elinde anahtar ve ikincisi bilye olmak üzere, ve ilki sandalyede ikincisi atölyesindeki ahşap yatağında olmak üzere uyuklamayı tercih etmişler. Uyuklama hali beynin odak modunun kapanıp keşif modunun aktif olduğu bir hal. Tam uykuya dalacakları sırada vücudun gevşemesi ile ellerindeki anahtarlar/bilyeler gürültüyle yere düşüyor ve uyanıyorlar. Bir nevi keşif modundayken ürettikleri bağlantıları hasat edip yeniden odaklanmış modun hizmetine sunuyorlar, zenginleşerek işlerine devam ediyorlar. Einstein ise aynı şeyi çalışma odasında uzun süreler keman çalarak gerçekleştiriyor, keman aracılığı ile zihninin serbestçe dolaşmasını sağlıyor ve keşif modunu devrede tutuyor.

İlham, icat, keşif, yaratıcılık, yeni fikirler üretebilmek gibi sanki bize uzakmış gibi düşünme eğiliminde olduğumuz beceriler aslında her birimizin özünde kendiliğinden var. Elizabeth Gilbert, “bir dâhiye sahipsin, çağırırsan gelir” derken de aynı şeye dikkat çekiyor. Bu yaratıcı tarafı daha etkili kullanmak ise kendimizi -komik bir şekilde- odaklanmış modda tutmaya çalışmaktan çok çok daha kolay. “Beynimizin çok küçük bir kısmını kullabiliyoruz, tamamını kullansak neler yapabiliriz” klişesi vardır ya, bu odak mod ve keşif modu bağlamında bir bakıma doğrulanıyor ve mümkün hale geliyor. Özü itibariyle, odak modda beynin küçük bir bölümünü kullanıp “yapılması gerekenleri” yapıyorken, keşif modunda beynin tümünü kullanıp “potansiyelimizi genişletiyoruz”. Öğrenme odaklı baktığımızda da bir bakıma, odak modda bilinenleri öğreniyorken, keşif modunda bilinmeyenleri öğrenme/keşfetme şansını doğuruyoruz, önceden öğrenilenleri zenginleştirip daha kalıcı ve daha kullanılabilir olmalarını sağlıyoruz.

İş hayatında da eğitim hayatında da içinde yaşadığımız kültür bir yanıyla hâlâ ve şiddetle bize “odaklanmış mod”u önceliklememiz, mümkünse dışına çıkmamamız gerektiğini fısıldıyor. Bir yandan da özellikle iş hayatı bas bas “daha yaratıcı” olmamız gerektiğini bağırıyor. Her nedense o aralıksız fısıltıyı bağırtıya göre daha ikna edici bulmakta ısrar ediyoruz. (Belki de ödüllendirme mekanizmalarının hala ağırlıklı olarak geleneksel rutin üretkenliği merkezliyor ve teşvik ediyor olmasındandır). (Henüz) yeterince yaratıcı olamayanların yeterince odaklanamadığını düşünmeye devam ediyoruz. (Henüz) yeterince yaratıcı olamayanların yeterince yaratıcı olmak üzere özgür ve özerk hissetmiyor olabileceğini ve kendi potansiyelinin (henüz) farkında olmadığını aklımıza getirmiyoruz.

Fotoğraf: Colin Behrens

Peki neler yapabiliriz?
Keşif modunu istediğimizde devreye almak, ve daha etkin kullanmak için hemen başlanabilecek alternatifler, olasılıklar nelerdir?

  • Bir kaç dakikanızı ayırıp bu yazıyı okurken aklınızdan geçenlerin serbestçe zihninizde dolaşmasına izin verin. Bunu desteklemek için, evin/ofisin/okulun içinde bile olsa minik bir yürüyüş yapmak, mutfakta hoşunuza gidecek bir içecek hazırlamak, sevdiğiniz bir köşede oturup-uzanıp rahatlamak, pencereden dışarıyı seyretmek, varsa birlikte yaşadığınız bitki olsun hayvan olsun canlılarla ilgilenmek gibi rahatlatıcı faaliyetler yapabilirsiniz. Bu sırada sizin için en işe yarar yapılabilecekleri keşfetmek gayet olası.
  • Bir önceki maddede bahsi geçen her bir faaliyet beyninizin keşif modunu harekete geçirmek için kullanılabilir.
  • Elbette Dali, Edison ve Einstein’ın yöntemleri olduğu gibi yada değiştirilerek kullanılabilir 🙂
  • Çalışırken 20-25 dk’da bir ara verip ~5 dk rahatlatıcı bir faaliyette bulunmak (bu noktada ‘pomodoro tekniği’ne bakılabilir, tekniği akıllı cihazlarla kullanmak üzere geliştirilmiş ücretli ücretsiz uygulamalardan yararlanılabilir).
  • Bir çalışmada tıkandığımızda ya da iyi gibi bir görünen bir fikri değerlendirme ihtiyacı olduğunda bir fikrin bir gece üstüne yatmak benzer bir potansiyeli tıkanıklığı çözmek üzere devreye alabilir.
  • Yürümek
  • Duş almak
  • ….

Daha pek çok şey saymak mümkün, ancak en değerlisi kendiniz için yaratacağınız, size ait olan pratikler olacaktır. Önemli olan yapmak isteyeceğiniz ve yapabileceğiniz, sizi rahatlatan bir (veya daha fazla) faaliyeti daha bilerek ve isteyerek (ve belki bazı durumlarda suçluluk duymayarak) kullanmaya başlamak. Keşfedip uyguladıklarınızı yorumlarda paylaşarak yapılabilecekler önerilerini birlikte büyütebiliriz. Çok da güzel olur 🙂

Meraklısına İlave Kaynaklar:
Hayati Mevzular – İnsanın Süper Gücü: Sezgi (Podcast)
Hayati Mevzular – Başarılı Olmak ya da Olmamak (Podcast)
Beynin Dağınık Modu (Blog Yazısı)
Tamam Düzlemi (Blog Yazısı)
#ÖğrenmeyiÖğrenmek etiketli diğer paylaşımlar (Twitter)
İşte ve Yaşamda Kendi Yolun – Ece Agabeyoglu ile Öğrenmeyi Öğrenmek üzerine konuştuğumuz bölüm (Podcast)

Advertisement

Okuduğun Kitabı Yeniden Yazmak – Rewriting The Book You Read

@congerdesign at pixabay

Okuduğumuz kitap, yazarın yazdığı kitap mıdır, yoksa o anda okurken algıladıklarımızla yeniden yazıp yoğurduğumuz yeni bir eser midir? Kitabı okurken kendimiz için baştan yazmak, daha çok öğrenme, keyif, hatırlama ve kullanılabilir bilgi demek. Bir kaç fikir:

  • Özetlemeye Çalışmak: Altını çizmek / bire bir not almak yerine özetlemeye çalışmak ve kendi yorumunu katmak ilk yapılabilecek olan. Üstelik öğrenme illüzyonunu engeller.
  • Kendi Dizinini Oluşturmak: Okunan sayfayı/iki sayfayı dizinde listeleyecek olsanız o sayfanın adı ne olurdu? Onu en üste yazmak / kağıda sayfa numarası ile not almak, kitapta ilerlerken de işe yarıyor, kitaba başka bir zaman geri döndüğünüzde de.
  • Sorular Üretmek: Okuduğunuz sayfa/bölüm hangi soruya/sorulara cevap arıyor? Soruyu bulup akıldan geçirmek/yazmak, o sorunun sizdeki diğer cevaplarının da, ilgili diğer soruların da hafızadan geri çağrılmasına sebep olur. Eleştirel okuma ihtimalini artırır.
  • Çağrışımlara Şans Vermek: Gene mi odaklanamadım, zihnim nerelere gitti dediğinizde belki de tam da gitmesi gereken yere gitmiş, ihtiyaç duyduğunuz bağlantıları aramaya çıkmıştır. Hatta yazarın zihnine girmiştir, birazdan okuyacağınızı bilmeye başlamıştır!

O yüzden kitap okurken aklımızdan geçenleri otomatik “Ne alakası var!!!” diye yargılamak yerine, “Ne alakası var?” diye kibarca sormak çok keyifli keşiflere sebep olabilir. Kendimize nazik davranalım 🙂


Is the book we read solely the work of the author or we do rewrite and reshape it inline with our current presence? ‘Rewriting’ for ourselves would bring more learning, joy, remembering and usable knowledge. Couple of ideas:

  • Trying to Rephrase: Rephrasing and adding your interpretation is the first thing you may do instead of underlining / note taking as it is. It also prevents illusion of learning.
  • Creating Your Own Index: How would you name a page/two pages if you were indexing it? Writing that on top/making a note with page number helps learning both while reading that book, and when you return to the book at a later time.
  • Creating Questions: Which question(s) does the page(s) you are reading seeks answers to? Finding/noting those will trigger your memory about some answers you already have and further related questions. It also increases the probability of critical reading.
  • Giving Chance to Connotation: When you suspect about your focus, observing yr mind wandering around, maybe it is exactly where it needs to be, looking for links you need. Getting into the mind of the author, starting to know that you are about to read soon!

That’s why, we may benefit from asking gently “what does these connotations have to do with what we are reading?” rather than judgmental “What does it have to do with it !!!”. Asking politely can lead to very enjoyable discoveries. Let’s be kind to ourselves 🙂

Kitapla Tanışmak: Bir Öğrenme Tekniği

“Derse hazırlanıp gelin!” lafını kaç yüz kere duyduk acaba eğitim hayatımızda? Ve kaç yüz kere, bunu, bizim faydamıza olacak öğrenme ile ilgili bir şey olarak algılamak yerine, bir ödev veya öğretmenin bir isteği olarak algıladık?

Oysaki basit bir pedagojik gerçek var bu lafın arkasında. Derse hazırlanmak demek, dersi daha iyi anlamak, öğrenmek demek, öğrenileni hafızada daha iyi saklamak, gerektiğinde hafızadan çağırabilmek ve en önemlisi öğrenileni daha yüksek bir ihtimalle daha yüksek bir amaç için kullanabilmek demek. Hafızaya seslenip çağırdığım bilgiyi, yapmak-yaratmak istediğim şey için şekillendirip kullanmak demek başka bir deyişle.

Hazırlanmak bize kaç yüz kere tekrar edildiyse, herhalde neredeyse o kadar kere ihmal ettiğimiz ve yapmadığımız bir eylem oldu. Derse hazırlanmanın bizimle bir ilgisi yoktu çünkü, o öğretmenin bir isteği öğretmenin verdiği bir ödevdi, kendim için yaptığım, aldığım bir şey değil, öğretmen için yaptığım, okul denilen şey için yaptığım, disiplin adına yaptığım bir şeydi. Acaba çocuk aklımız gerçekten anlamaz mıydı bize anlatılsaydı, hadi çocuk aklımız o düzeyde bir pedagojik gerçeği anlayamıyordu diyelim (ki şüpheliyim) oyunlaştırarak anlatmanın bir yolu yok muydu?

Temel eğitim hayatınızı geride bıraktıysanız bu soruya cevap vermenin artık size bir faydasının olma ihtimali yok (çocuklarınız için ihtimal devam ediyor ancak o ayrı bir konu). Ancak, bunun temel eğitim hayatımızdan kalma bir alışkanlık -hatta belki daha doğru bir ifade olarak- bir alışamamışlık olduğunu kavramanın büyük faydası var. Bu kavrayış, bir iki temel yöntemle desteklendiğinde, bugünümüze, bugünkü öğrenmemize ve ilerlememize büyük katkısı olabilecek bir eyleme dönüşebilir. Kitapla tanışmak, işte bu tekniklerden biri! Eğitim hayatında o sevmediğiniz “derse hazırlan gel” talebinin, yetişkin versiyonu.

Neden bu teknik? Çünkü, sonrasında kitaptan alınan keyfi, kitabın yaratıcılığa vesile olma ihtimalini, hatırlama kapasitesini artırmayı ve kitapla bir uyumlanmayı mümkün kılıyor.

Okul hayatında yerine getirmediğimiz hazırlık, öğrenmeyi daha zor, hafızada kalıcılığı daha az yerleşik yaptı. Sonra bu öğrenilenleri senelerce hazırlandığımız sınavlarda hafızadan çağırdık, bizi kırmayıp gelenlerle o sınavları geçtik. Sonrasında ancak çok nadir durumlarda o bilgileri yapmak-yaratmak için kullandık. Bir yaratma, bir uyum bir akışkanlık durumuna getirme ihtimalinin varlığını bile fark edemedik çoğu zaman. Sınavdan sonra ne geri çağırdık tüm o bilgileri ne de zaten geri çağırsak da o bilgilerle ne yapacağımızı biliyorduk.

Matt Ridley “inovasyon, fikirlerin birbiriyle çiftleşmesiyle ortaya çıkıyor” diyor. Bizse fikirlerin, değil birbiri ile çiftleşebileceğinin, onlarla herhangi bir şey yapılabileceğinin nadiren farkında oluyoruz. Belki de o yüzden mesela en basitinden, “dinlemek” çok önemli diye konuşan, anlatan ama o bilgiyle bir şey yapması gerektiğini, dinleyip anlayıp tepki vermesi gerektiğini anlamayan ve yapmayan bir dolu iş arkadaşımız var. Bilgi sürekli turşusu kurulan lahana haline geliyor, turşusu kurulmuş sonra da kaldırıldığı dolapta unutulmuş kavanozlar oluyor ya da her yemeğin yanına çıkarılan lahana turşusu gibi, ilgili ilgisiz her iş ortamında her konunun yanına çıkarılan “dinleme turşusu” oluyor. Oysa ki lahana, salatasından sarmasına, çorbasından böreğine, kapuskasından pizzasına, ve henüz denenmemiş yaratılmamış sizin mutfakta yaratmanızı bekleyen olasılıkları içinde barındırıyor.

Kitapla tanışmak, yaratmak üzere, ilerlemek üzere öğrenileni canlı tutma ihtimalini artıran bir teknik. Kitabın ön ve arka kapaklarının okunması, içindekilerin okunması, giriş – önsöz bölümlerinin okunması gibi basit ve belki kısmen alışkanlıkla zaten yaptığınız adımlardan ibaret. Buna dilerseniz, kitabı hızlıca taramak, resim, grafik ve tablolara önden şöyle bir göz atmak, içindekiler bölümünü okurken tam anlamlandıramadığımız bir bölüm için gidip o bölüme şöyle kabaca ne ile ilgili olduğunu anlayacak kadar bir bakmak gibi adımları da ekleyebiliriz. Ve önemli bir nokta, tüm bunları ne için yaptığımızın farkında olarak yapmamız gerekiyor.

Yaptığımız şey şu, beynimize birazdan ne öğreneceği ile ilgili ipucu veriyoruz, onu hazırlıyoruz. Ona emir veriyoruz, diyoruz ki, ben birazdan yaratıcılıkla ilgili bir kitap okuyacağım, bu kitapta yaratma cesareti, yaratıcılığın doğası, bilinçdışı, sınırlar ve biçim tutkusu isimli bölümler olacak. Sen şimdi gerekli hazırlıkları yap, bu yeni bilgilere yer aç, bu bilgilerin gelip yerleşeceği odacıkları (bal peteği gibi) hazırla ve hatta bu konularla ilgili eski bilgileri biraz ön taraflara çağır ki, okurken bu yeni bilgileri eskilere bağlayalım, güçlü bağlar kuralım, kalıcı olsunlar, üretken olsunlar, yaratıcı olsunlar… (Bakınız: Birlikte Ateşlenen Nöronlar Birlikte Bağlanır)

Bütün bunları beyninize böyle anlatmanıza gerek yok, anlatsanız da beyniniz Türkçe bilmediği için anlamayacak. Siz adımları yerine getirin ve ne için olduğunu aklınızda tutun, beyniniz onu anlayıp ne yapması gerektiğini bilecek.

Son bir öneri, beyniniz ne yapacağını bilecek evet, ama azıcık zamana, üstüne yatmaya ihtiyaç duyacak. O yüzden, mümkünse bu ön tanışmayı kitabı okumaya başlamadan bir gün önce yapın. Hatta, yeni aldığınız kitapları ilk elinize aldığınızda bunu yapın, sonra okumaya başlamadan önce bir daha yapın.

Sonra! Sonra okuyun, tanışmış olmanın rahatı ve öz güveni ile, daha fazla bağlantı yaratarak, önceden bildiklerinize ekleyerek ilerleyin… Sizi nereye götürürse artık…


Notlar: Bu teknikle, ve öğrenme ile ilgili diğer pek çok teknikle ilgili şu online ve ücretsiz eğitimi tavsiye ediyorum: Learning How to Learn (Öğrenmeyi Öğrenmek), haftada 1-2 saat ayırarak 4 haftada bitirilebilecek bir online eğitim – MOOC. Tamamı için Türkçe alt yazı yok ancak ilk bir haftalık bölümün büyük kısmında Türkçe alt yazı vardı diye hatırlıyorum.

Ayrıca, bu ve benzer teknikleri içeren “Öğrenmeyi Öğrenmek” başlıklı bir atölyeyi İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Araştırma Merkezi Çatısı altında düzenlenen “Daha İyi Atölyeleri” kapsamında gerçekleştirdik. Öğrenmeyi Öğrenemek atölyesini önümüzdeki günlerde üniversite öğrencileri dışında da katılıma açık olacak şekilde düzenlemeyi düşünüyorum. Katılmak ve ön kayıt yapmak isteyenler yorum olarak ilgilerini belirtebilir veya bana bir e-mail gönderebilirler: aligulum@aligulum.com

Learning language – Dil öğrenmek

Learning a new language keeps your brain fit and young. Learning new things generally does the job. The more you are unfamiliar with the newly learned topics, the more your brain tries to catch up with you by producing more synapses and by making new connections for learned material. Language learning stimulates different areas in the brain and ensures increased brain activity, which triggers creation of baby synapses and which helps you for in memorizing and creativity. Learning language is also suggested for elder people in preserving brain functions and inhibiting Alzheimer.
Yeni bir dil öğrenmek beyni genç ve zinde tutar. Yeni bir şeyler öğrenmek de benzer bir etki yapıyoru. Öğrenilen şeye ne kadar az aşina iseniz, beyniniz size yetişmek için o kadar uğraşıyor, yeni sinapsisler yaratıyor ve öğrenilenleri birbiri ile bağlıyor. Dil öğrenmek beyinde farklı bölümleri harekete geçiriyor, daha yüksek beyin aktivitesi sağlıyor, yeni sinapsislerin üretilmesini tetikliyor ve tüm bunlar daha iyi bir hafızaya ve yaratıcılıkta artışa sebep oluyor. Yeni bir dil öğrenmek, ileri yaştaki insanlar için de tavsiye ediliyor, hem beynin fonksiyonlarını korumak hem de alzaymır ve benzer hastalıkları engellemek için.

“Feynman” Technique – Tekniği

“The Feynman Technique is a Mental Model named after Richard Feynman, a Nobel Prize Winning Physicist. It is designed as a technique to help you learn pretty much learn anything – so understand concepts you don’t really get, remember stuff you have already learnt, or study more efficiently.” It’s based on the fact that you learn better when you teach, and in this method you assume your are teaching and when you can’t you go back and check/learn the missing point. Visit the site for more information and demonstration video https://mattyford.com/blog/2014/1/23/the-feynman-technique-model

“Feynman Tekniği, ismini Nobel Ödüllü Fizikçi Richard Feynman’dan alan bir ‘Zihin Modeli’. Anlamakta zorlandığınız konular dahil neredeyse herşeyi öğrenebileceğiniz, öğrendiklerinizi daha iyi hatırlayabileceğiniz ve daha etkili çalışacağınız bir yöntem.” Öğretirken daha iyi öğrendiğimiz gerçeğine dayanıyor, ve bu metotla öğretmenlik yaptığınızı varsayıp kendinize anlatıyor, takıldığınızda kaynaklara dönüp eksik olan yerleri kontrol edip/öğreniyorsunuz. Daha fazla bilgi ve uygulama videosunun olduğu sayfanın otomatik çeviri haline şuradan ulaşabilirsiniz: https://goo.gl/1YBvGz