Curiosity vs intelligence – Merak zekâya karşı?

Came across this terminology and kind of fall in love about it, CQ – Curiosity Quotient, it’s like  IQ – Intelligence Quotient but as the name itself indicates it is not about intelligence but about curiosity. A World Economic Forum article is describing CQ as one’s ability to have a powerful motivation to learn a particular subject. I loved it as it supports my belief in learning, that learning will be one of the key driving force, if not already is, for individual and organizational development in near future.

Further search about CQ – Curiosity Quotient led me to a wiki article which says the terms is defined by Thomas L. Friedman who also suggests fictitious formula about it, adding PQ – Passion Quotient into equation:

CQ + PQ > IQ
Curiosity Quotient + Passion Quotient > Intelligence Quotient

“Thomas Friedman states that when curiosity is paired with passion in the exploration of a subject of interest, an individual may be able to acquire an amount of knowledge comparable that of a person who is exceptionally intelligent, because of the vast amount of information resources available through the Internet.”

My simplistic interpretation is that, having a passion for learning, learning whatever you like to learn, increases your capabilities, outgrowing your IQ.

PQ – Passion Quotient remaining as a further topic to dig, let’s remain curious, curious to learn towards our interests, I believe that also means keeping the door open for your undiscovered opportunities.

Now, are you curious about how curios you are ? 🙂 Here is a nice test from HBR. Enjoy.


CQ – Merak Katsayısı görür görmez beni etkileyen bir kavram oldu. IQ diye bildiğimiz Zekâ Katsayısı gibi ancak zeka yerine, adının gösterdiği gibi merakla ilgili bir kavram. Dünya Ekonomik Forumu’nun sayfasındaki bir makale CQ’yu ‘belirli bir konuyu öğrenmek için kişinin güçlü bir motivasyona sahip olma becerisi’ olarak tanımlıyor. Henüz değilse bile, yakın gelecekte, öğrenme, kişisel ve organizasyonel gelişim için temel itkilerden biri olacak diye düşünüyorum, CQ kavramını sevmemin sebebi de bu görüşümü destekliyor olması sanırım.

CQ – Merak Katsayısı ile ilgili bir sonraki arama, kavramın Thomas L. Friedman tarafından tanımlandığını söyleyen bir wikipedia makalesine gidiyor. Friedman, işin içine PQ – Tutku Katsayısı da katarak simgesel bir formül de öneriyor:

CQ + PQ > IQ
Merak Katsayısı + Tutku Katsayısı > Zekâ Katsayısı

“Thomas Friedman, merak tutku ile birleştiğinde, ilgi duyulan bir konunun keşfedilmesinde, kişinin olağanüstü zeki bir kişinin elde edebileceği ile yarışabilecek bir bilgi edinebileceğini, çünkü, internetin muazzam bir bilgi kaynağı sunduğunu söylüyor.”

Benim basite indirgenmiş yorumum; herhangi bir konuda, öğrenme tutkusuna sahip olmak,  yapabileceklerinizi, IQ’nuzun yapabileceklerini geçecek şekilde artırır.

PQ – Tutku Katsayısını daha sonra ele almak üzere kenarda tutuyorum. O zamana kadar, meraklı olun, kendi ilgilerinize doğru merak etmekten hiç vazgeçmeyin. Bu bilinçli merakın, henüz keşfedilmemiş fırsatlarınız için kapıyı aralayacağına inanıyorum.

Ve, şimdi ne kadar meraklı olduğunuzu merak ediyor musunuz? 🙂 HBR’dan merak giderecek bir test. (Google Translate doğrudan çeviremedi maalesef, test sayfasına google translate eklentisi yüklenmiş chrome tarayıcıdan girdiğinizde, soru soru çevirip hızlıca cevaplamak mümkün)

 

Advertisement

Optimistic October – İyimser Ekim

İyimser olmak gittikçe zorlaştığı için belki. Belki pek de iyimser olamadığımdan. Belki de naifliğimden. Bugün bu İyimser Ekim Takvimini görünce, bunu paylaşmalıyım diye düşündüm. Takvimi yapan www.actionforhappiness.org adresine yazdım, ben bunu Türkçeye çevirmek istiyorum dedim, hay hay dediler, teknik destek verdiler, çevirdim yolladım ve takvim hızlıca sayfada yerini aldı. http://www.actionforhappiness.org/optimistic-october

İyimserliğin, umudun, harekete geçmenin yaygınlaşması için küçücük bir katkı. Mutlaka minik, minicik de olsa faydası dokunacaktır birilerine diye umuyorum.


Optimistic October calendar from http://www.actionforhappiness.org/optimistic-october. They were also so kind and helpful when i asked them to contribute with Turkish translation. I see this as a tiny little contribution to spread optimism, hope and getting into action.

Two “races” of man – İki insan “ırkı”

Today, I took our newly adopted cat Chia (see at @the_gang_of_six_cats) to be checked by a vet, specialized in Ophthalmology, in hope of finding a cure for her blind eyes. The clinic was in a neighborhood that I am not familiar with, thinking that I might fail to find a parking spot. I was about to arrive when I’ve seen a parking place and started to park. A man in his 60s appeared and started to help me by giving directions to ease parking even though I did not need. I smiled, he smiled back, and then he realized the box of Chia. He said, you are here for clinic, there is another spot right now just in front of the clinic, you should park there! Such a simple yet such a nice behavior, to give before being asked; so much human so much surprising in a big city!

Then, I remembered what Viktor E. Frankl was saying in his book, “Man’s search for meaning“:

“From all this we may learn that there are two races of men in this world, but only these two—the “race” of the decent man and the “race” of the indecent man. Both are found everywhere; they penetrate into all groups of society. No group consists entirely of decent or indecent people.”

He base this discovery to behaviors of different groups that he observed during his time in Nazi concentration camps. My story from today is way too naive to compare in any way. Yet, he is right, decent people are everywhere (big city is not an exception) and indecent people are also everywhere. What I also realized is, how blinded we became to realize decent people around, how we are prepared not to encounter them, and how this is in return affecting us in being reluctant in showing our decency (if we think we belong to that decent “race”). The only was to encounter more decent behaviors from decent “race” is only possible by showing more decent behaviors. They call each other, help us all for a better and decent world.

Chia, before you ask, she has high chance too see with her left eye said her vet; long process of cure has started today. Nowadays, we are learning a lot from this cute blind baby cat Chia, about flow, about not giving up, about life, about joy, about suffering (or not suffering)… will share some of them soon. Also, what she has been teaching me was perfectly matching with what I was learning from Frankl’s book which I highly recommend as a must read for everyone. I already regret that it took me so many years to discover this very essential and famous book.

Last word: be decent, invite decent, which eventually will invite a more decent world.


Bugün, yeni sahiplendiğimiz kedimiz Chia’yı (şuradan görebilirsiniz @the_gang_of_six_cats), görmeyen gözlerine bir çare bulmak umuduyla göz konusunda uzmanlaşmış bir veteriner hekime götürdüm. Klinik bilmediğim bir muhitteydi ve park yeri bulamayabileceğimi düşünüyordum. Kliniğin sokağına yaklaştığımda gözüme bir yer ilişti ve hemen park etmeye başladım. Sonra birden, 60lı yaşlarında bir adam belirdi ve benim ihtiyacım olmasa da, önü arkayı kontrol edip yönlendirerek yardım etmeye başladı. Ben gülümsedim, o da gülümsedi, pencereyi açıp teşekkür ederken Chia’nın kafesini gördü ve yukarıdaki kliniğe geldin galiba, tam karşısında bir park yeri daha var, oraya park et istersen dedi. Çok basit, ve ne kadar basitse o kadar ince bir davranış. İstenmeden yapılan minik bir iyilik, çok insani ve büyük şehirde karşılaşması sürpriz olan bir davranış!

Yeni park yerime doğru giderken Viktor E. Frankl‘in “İnsanın Anlam Arayışı” kitabından bir bölüm geldi aklıma:

“Bütün bunlardan, bu dünyada iki insan ırkı olduğunu, ama sadece iki ırk olduğunu -düzgün insan “ırkı” ve düzgün olmayan insan “ırkı”- öğrenebiliriz. Her ikisi de her yerde bulunur, toplumun her kesimine sızar. Hiçbir grup sadece düzgün ya da sadece düzgün olmayan insanlardan oluşmaz.” 

Frankl, bu keşfini, Nazi toplama kamplarında geçirdiği süre içinde farklı grupların davranışlarına dair yaptığı gözlemlere dayandırıyor. Benim bugün yaşadığım deneyim, elbette hiç bir surette böyle bir deneyimle kıyaslanamayacak kadar naif kalacaktır. Bu naiflik, Frankl’in söylediğinin doğruluğunu değiştirmiyor, düzgün insanlar her yerde (büyük şehirler bir istisna değil) ve düzgün olmayan insanlar da her yerde. Fark ettiğim başka bir şey ise şu oldu; etrafımızdaki düzgün insanları fark etmek konusunda ne kadar körleşmiş, düzgün insanlarla karşılaşmayacağımız fikrine ne kadar hazırlıklı hale gelmişiz ve bu bizi de karşılık olarak düzgün davranış sergileme konusunda nasıl da gönülsüz kılmış (tabi eğer düzgün “ırk”a ait olduğumuzu düşünüyorsak). Oysa ki, düzgün “ırk” tarafından sergilenen daha fazla düzgün davranışla karşılaşmanın tek yolu daha fazla düzgün davranış sergilemek konusunda ısrarcı olmak. Düzgün davranış düzgün davranışı çağırır, ve düzgün bir dünyaya doğru hepimize yardımcı olur.

Siz sormadan ben yazayım, veteriner, Chia’nın sol gözünün görme ihtimali olduğunu söyledi, uzunca bir tedavi süreci bugün başladı. Bu günlerde, biz bu şirin şimdilik kör bebek kediden çok şey öğreniyoruz: akış, vazgeçmemek, hayat, keyif, acı çekme (veya açı çekmeme)…  bazılarını yakında yazıyor olacağım. Chia’nın bana öğrettikleri ile Frankl’in kitabından öğrendiklerim de garip bir şekilde birbiri ile çok örtüşüyor. Kitabı herkese mutlaka okunması gerek olarak tavsiye ediyorum. Bu kadar temel ve bu kadar da bilinen bir kitabı nasıl bu kadar geç keşfettiğime de hayıflanıyorum.

Son söz; düzgün davranmayı seçin, düzgün davranmayı davet edin, bu eninde sonunda daha düzgün bir dünyaya kavuşmak için bir davet olacak.

Not: Kitabın Okuyan Us yayınları, Selçuk Budak çevirisinde, “decent” ve “indecent” kelimeleri “soylu” ve “soysuz” olarak çevrilmiş. Belki doğru olanı odur, kitabın bütününden çıkardığım anlamı düşününce, bana, “düzgün” ve “düzgün olmayan” daha doğru geldi ve onları kullandım.  

Curiosity as antidote of anger. Öfkenin panzehiri olarak merak.

“You can’t be angry and curious at the same time.” Since I’ve heard of it from Seth Godin who credits Catherine Hoke and who credits her friend Dan Tocchini, I cannot stop thinking about it.

Anger, (visualize a moment when your anger captivates you, for example while driving), is a feeling that freezes the moment for the person, and freezes the potential possible actions that might be taken. It’s a feeling that triggers a very simplistic way of thinking in the brain, triggers aggression and/or yet another captivating feeling of unfairness or some other reactions and/or feelings that I cannot name right now. I can surely say, however, that any feeling triggered by anger will chain you to the present time which of course will turn itself into a past in a blink of an eye time. You will be hooked into this negative experience, it will turn into a vicious circle and will repeat itself throughout the similar encounters you are going to face. It is a poisonous situation unless you are enjoying it!

Since I’ve heard the sentence, I’m still amazed with the simplicity of the antidote of anger. Curiosity! Probably it is not going to serve as a tool for problem resolution. Maybe it might not even have a visible and immediate effect helping in elimination of the problem causing anger. Yet, it saves you from being hooked into a vicious circle, stops the poison, and keeps you remain in your own flow, in present and towards to your future. By being curious, you start asking questions, and life is very generous in answering them; you ask, and the answers find you. The answers help you understand, and might bring some solutions eventually. At least, it makes plus one person, you, who understands the cause and accumulates for a future tipping point when the source of anger can be resolved.

Hoke’s book is already listed to be read and just discovered a podcast interview with her, by Tim Ferriss, to be listened. Maybe, when I dig further, I will discover that currently I am misinterpreting the saying. If that’s the case, I’ll write another post. For the time being, make the choice, and, hopefully, stay curios.


“Aynı anda hem öfkeli hem de meraklı olamazsın.” Duyduğumdan bu yana, hakkında düşünmeden edemediğim bir cümle. Seth Godin’den duydum, ki o Catherine Hoke’u referans veriyor, o ise bir konuşmasında arkadaşı Dan Tocchini’yi referans veriyor.

Öfke, (öfkenin sizi esir aldığı bir anı gözünüzde canlandırın, mesela araba kullanırken), bir yandan kişi için anı dondururken, bir yandan da alınabilecek olası aksiyonları dondurur. Beynin kapasitesinin çok altında bir düşünme şekliyle çalışmasına sebep olur, saldırganlığın ve/veya haksızlık yapıldığı duygusunun, veya şimdi sayamadığım benzer başka esir alıcı duygu veya reaksiyonların tetiklenmesine sebep olur. Olası tüm duyguları saymak mümkün olmasa da, şunu söylemek mümkün, öfkenin ortaya çıkarabileceği duygu sizi mevcut zamana zincirler, ki göz açıp kapayıncaya kadar mevcut zaman geçmiş zaman haline gelir. Bu negatif deneyime bağlı hale gelirsiniz, benzer durumlarla karşılaştıkça kısır döngü gibi kendisini tekrar eder. Zehirleyen, ve özel bir zevkiniz yoksa kaçınmak isteyeceğiniz bir durum.

Başlangıçta yazdığım cümleyi duyduğumdan bu yana, öfkenin panzehirinin basitliğine hayret ediyorum. Merak! Muhtemelen, problemin çözüm aracı olmayacaktır. Belki de, öfkeye neden olan problemin giderilmesi konusunda görünür ve hızlı bir etkisi de olmayacaktır. Ancak, sizi kısır döngüye saplanmaktan kurtarabilir, zehri durdurabilir, ve kendi akışınızda, bugününüzde -ve geleceğinize doğru- kalmanıza yardımcı olabilir.  Meraklı olarak, soru sormaya başlarsınız, ve hayat cevaplar verme konusunda cömert davranır; siz sorarsınız ve cevaplar sizi bulur. Cevaplar anlamanıza yardımcı olur, ve hatta zaman içinde çözümleri de getirebilir. En azından, artı bir kişi olursunuz; sebebi anlamaya başlayan ve gelecekte öfkeye sebep olan şeyin çözüleceği kıvılcım anı için biriktiren artı bir kişi.

Hoke’un kitabı okunacaklar, kendisiyle yapılmış uzunca bir mülakat dinlenecekler listesinde. Belki bu konuyu biraz daha didiklediğimde, söylenmek istenen şeyi yanlış yorumladığımı anlayacağım. O durumda başka bir yazı daha yazmam gerekecek elbet. Şimdilik şunu söyleyebilirim, tercihinizi yapın, ve mümkünse meraklı olmayı seçin.

Rise to your potential! Potansiyeline yüksel!

We’ve been programmed to reconcile ourselves to less of our potential. We’re not robots, yet, still programmed. In the beginning of industrial age, the need for work-force was described as unquestioning, less thinking, obeying. As it was not possible to create robots at that time, they needed standardized people. The following quote is one of the best ones describing the solution found:

“An organization composed of individuals of mediocre ability, working in accordance with policies, plans, and procedures discovered by analysis of the fundamental facts of their situation, will in the long run prove more successful and stable than an organization of geniuses each led by inspiration” (Taylor Society)

Then, to succeed this, education system (basically, schools) needed to be updated. A very direct quote telling us what was changed with education system:

“The aim of public education is not to spread enlightenment at all; it is simply to reduce as many individuals as possible to the same safe level, to breed and train a standardized citizenry, to put down dissent and originality. That is its aim in the United States… and that is its aim everywhere else.” (H.L. Mencken)

Today, if you say the say the same, probably you would be immediately labeled as narrow-minded. Unfortunately, that narrow-minded system is still the valid one in many countries in the world. Even though, new skills and new development ways are being craved  by many of us and many of the organization in today’s world.

You, as an individual, in your every step towards your own potential, the system is warning you using different tools, which might even be your very own thoughts: you die if you fly too high, remember Icarus, hear your father’s warning!

Icarus and his father, being kept in a tower in Crete, attempt to escape by means of wings that is constructed from feathers and wax. Icarus’ father warns him about two things. One of them is not too fly too high. Icarus ignores the advice, gets too close to the sun, wax melts and he dies after falling into the Aegean Sea.  (also source of the idiom: “don’t fly too close to the sun”)

This is mostly and in many cases what you hear about Icarus. Don’t be too ambitious. You fly high, you die. Maybe!

The second advice was not to fly very low as sea’s dampness would effect the wings. 

In other words, you die if you fly too low too, or it gets very heavy. You die if it’s too low too; slower and with difficulty to breathe. Sometimes, when it gets really tough, you go a little bit higher to relax. Then, you get lower as you fear getting burned, fear being unsuccessful, and as your long time learning pushes you back. You start dying again, slowly and without realizing.

Yet, there are many beautiful high levels you may fly without letting wax being melt. Are you afraid? No problem, everyone would be afraid! The only thing you have to do is keep wax under control. You do know flying. You do know what to do, do!

If you like this and like to further dig, references and inspiration sources that I could recall.

Todd Rose, The End of Average, How We Succeed in a World That Values Sameness

Icarus story from Seth Godin, video

İcarus Story(Wikipedia)

Azra Kohen, Aeden, novel (to my knowledge, not yet translated into English)


Potansiyelinin azına razı olmak için programlandık. Robot olmasak da programlandık; endüstri devrimi başladığında, söyleneni sorgulamadan, üzerinde düşünmeden yapan iş gücüne ihtiyaç vardı. Robot yapmak mümkün olmadığına göre, standart üretim için standart insanlar gerekmişti. Bulunan çözümü en güzel yansıtan alıntılardan biri şöyle:

“Ortalama yeteneklere sahip, politikalar, planlar ve detaylı analizler sonucu oluşturulmuş prosedürlere uyumlu çalışan insanlardan oluşmuş bir organizasyon, uzun vadede, dahilerden oluşmuş ve esinlenmelere sahip insanlardan oluşmuş organizasyonlara göre daha başarılı ve istikralı olacaktır.” (Taylor Society)

Ve sonra bunu başarmak için, eğitim sisteminin, okulların elden geçmesi gerekiyordu. Orada yapılanları, dümdüz anlatan bir alıntı:

“Yaygın eğitimin amacı asla bir aydınlanma sağlamak değildir; amaç, olabildiği kadar çok insanı aynı güvenli seviyeye indirgemek, standart vatandaşlar yetiştirmek üzere üremelerini sağlamak, muhalifliği ve yaratıcılığı olabildiğince azaltmaktır. bu Birleşik Devletlerde eğitimin amacıdır… ve geri kalan her yerdeki amaç da budur” (H.L.Mencken) 

Bugün bunu söyleseniz, belki de geri kafalı olarak damgalanırsınız anında. Ne yazık ki, hala o geri kafalı eğitim sistemi, dünyanın pek çok yerinde aynen devam ediyor. Üstelik bugün ihtiyaç duyduğumuz pek çok beceri ve gelişim ihtiyacı başka bir sistem gerektirse de.

Siz, birey olarak kendi potansiyelinize doğru her adım attığınızda da o ya da bu şekilde, belki de kendi zihniniz dışında başka hiç bir şeyi kullanmadan, sizi uyarıyor sistem: çok yukarı çıkarsan ölürsün, İkarus’u hatırla, babanın  sözünden çıkma!:

Babasıyla beraber Girit’te bir kuleye hapsedilmiş İkarus, kuleden kurtulabilmek için bal mumu ve tüylerden bir çift kanat yapar. Baba İkarus’a iki öğüt verir. Biri, uçmanın coşkusuyla güneşe yaklaşmaması gerektiğidir. İkarus babasını dinlemez, güneşe çok yaklaşınca bal mumu erir ve Ege Denizi’ne düşerek ölür. 

İkarus en çok böyle ve bu kadar anlatılır. Hırslarına kapılma. Çok yükselirsen ölürsün! Belki!

İkinci öğüt ise denize yakın uçup kanatlarının nemlenmesini engellemesi gerektiğidir. 

Çok alçalırsan da ölürsün, ölmezsen de ağırlaşırsın yani. Aşağıda da ölüyorsun; yavaş yavaş nefes almakta zorlanarak, ara ara çok sıkıştığında birazcık yükselerek rahatlayıp, sonra onca yılın öğrenilmişliği ile ve yanmak korkusuyla, başarısız olmak korkusuyla, tekrar alçalıyorsun. Tekrar yavaş yavaş, fark etmeden ölüyorsun.

Oysa balmumu erimeden çıkabileceğin çok güzel yükseklikler var; korkuyor musun? Sorun değil, herkes korkar. Tek yapman gereken yükselirken bal mumunu kontrolde tutmak. Yoksa uçmayı zaten biliyorsun: Ne yapman gerektiğini de biliyorsun, yap!

İlginizi çektiyse, referans ve aklıma gelen ilham kaynakları:

Todd Rose, The End of Average, How We Succeed in a World That Values Sameness

Seth Godin’den İkarus Hikayesi, video

İkarus Hikayesi (Wikipedia)

Azra Kohen, Aeden Bir Dünya Hikayesi, roman