Yaratıcı Modu Devreye Almak

Dali’nin Anahtarları, Edison’un Bilyeleri ve Einstein’ın Kemanı’ndan Neler Öğrenebiliriz?

Bir kişisel gelişim kitabından okumadılar, ya da bir sinirbilimci onlara beynin nasıl çalıştığından bahsetmedi. Buna rağmen, Dali, Edison ve Einstein kendi akışları içinde kendileri için işe yarayan birer alışkanlığı sezgilerini kullanıp buldular. Bulduklarıyla sanatta ve bilimde muazzam bir yaratıcılık ortaya koydular.

Dali, Einstein ve Edison’un geliştirdiği yöntemler bir noktada ortaklaşıp bugün bir gelişim hikayesi olarak karşımıza çıkıyor, bir yandan da sinirbilimin görece yeni tanımlamalarına kanıt oluşturacak birer örnek olarak anılıyorlar.

Yaptıkları şeyi kavramların ötesinde şöyle tanımlamak mümkün:
Pek çok insanın inatla ve ısrarla -sanki çok büyük bir ayıp veya yetersizlikmiş gibi- kullanmayı reddettiği beyne has bir üretkenlik kapasitesini inatla ve ısrarla kullanmak. Keman, çelik bilye ve anahtarlar bu kullanım için geliştirdikleri kendilerine has yöntemlere eşlik eden birer araç sadece.

Beynin iki çalışma modu var ki buna birbirinden eşsiz iki ayrı üretkenlik modu diyebiliriz. Bunlardan ilki ve çok aşina olduğumuz mod gayet aşina bir isimle karşımıza çıkar: odaklanmış mod. Üretkenlikle ilişkilendiririz ve ilişkilendirmemiz hep tavsiye edile gelmiştir. Düşünmek, çalışmak söz konusu olduğunda merkezde o vardır ve sanki sadece o varmış gibi davranmamızı ister. Örneğin, çalışamamakla ilgili şikayetlenmelerimizde ilk ve tek aklımıza gelen “bir türlü odaklanamıyorum” mealindeki laflardır.

Burada yanılgıya düşmemek gerekir. Beynin odaklanmış modu kötü bir şey değildir. Dikkat, hız, daha fazla bilgiyi daha hızlı edinmek, görev odaklılık gibi ihtiyaçlarımız söz konusu olduğunda beynin ön bölümü aracılığı ile tıkır tıkır çalışır. Ancak sadece odaklanmış modu kullanmanın beraberinde getirdiği bir takım kısıtlamalar olabilmektedir. Tek modu kullanıp diğer modu hor görmek ve hatta görmemek, hadi kötü bir şey demeyelim, mevcut potansiyelimizi kullanmamak ve hatta çalışmayı daha keyifli ve üretken hale getirebilecek bir takım alışkanlıklardan kendimizi uzak tutmaya çalışmak gibidir.

Neden böyle yaptığımızla ilgili açıklamalara dair bazı yaklaşımlar, çok kabaca Endüstri Devrimini ve onun yarattığı gerekliliklerden hareketle şekillendirilmiş -ve maalesef etkileri güçlü bir şekilde devam eden- eğitim sistemini işaret ediyor. Bize öğretilen ve artık sorgulamadan çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz bu odaklanma gerekliliği hissinin altında, verimlilik kaygıları, aynı tip üretkenliği korumak üzere rutini sürdürmek, sorgulamadan ve eski köye yeni âdetler getirmeden çalışmayı sürdürmemizi sağlamak gibi dertler vardı. Bu dertlerin içinde de aslında birey olarak bize ve bizim isteklerimize, hislerimize pek yer yoktur. Böyle tek boyutlu bir çalışma pratiğinde başarısız (kime göre neye göre de apayrı bir hikaye elbet) olunmasının müsebbibi ise elbetteki ancak ve ancak kişinin kendi yetersizliği olacaktır. Peşimizi bırakmayan öcülerden, yetersizlik duygusunun bu mesele ile sıkı bir ilişkisinin olduğunu düşünüyorum.

Neyse efendim, odağımızı çok da dağıtmadan şu odak modu şimdilik bir tarafa bırakalım ve gelelim diğer moda. Diğer moda İngilizce’de “diffuse” mod deniliyor. Bize Fransızca’dan geçen ‘difüzyon’ kelimesi ile aynı kökten geliyor olmalı. Türkçeleştirme çabalarında genelde “dağınık” kelimesi kullanılmış şimdiye kadar, ‘dağınık mod’ denmiş. Kavramla ilk tanıştığımda bana da bu makul görünmüştü ancak şimdi “keşif modu”nu demeyi daha çok yakıştırıyorum. Hatta buna “yaratıcılık modu” dersek de çok yanlış bir şey yapmış olmayız.

Fotoğraf: Colin Behrens

Keşif modundaki beyin, az önce odak modda çalışırken edindiklerini ve aklından geçenleri kalıcı olabilmeleri için, beyinde daha önceden yer etmiş bilgilere bağlamaya girişiyor. Yani, yeni öğrenileni (sadece) yeni öğrenilenle değil, yeni öğrenilenleri ve düşünülenleri eski öğrenilen ve düşünülmüş olanlara bağlamaya başlıyor. Üstelik beynin sadece belirli bir bölümünü değil, tümünü kullanarak yapıyor bunu. İşte şenlik burada başlıyor. Yeni fikirler, ‘ya aklıma acayip bir şey geldi’ler, ‘süper bir fikrim var’lar hep burada oluyor. Yeni olan eski olanla birleşiyor ve yepyeni bir şey çıkıyor ortaya.

Dali, Edison ve Einstein’ın yaptığı işte tam da burada olan şeyi şansa bırakmamak, doğrudan bir açma kapama düğmesi varmışçasına odak modu kapatıp keşif modunu devreye almak üzere düğmeye basmak. Bunun için Dali ve Edison, ilki elinde anahtar ve ikincisi bilye olmak üzere, ve ilki sandalyede ikincisi atölyesindeki ahşap yatağında olmak üzere uyuklamayı tercih etmişler. Uyuklama hali beynin odak modunun kapanıp keşif modunun aktif olduğu bir hal. Tam uykuya dalacakları sırada vücudun gevşemesi ile ellerindeki anahtarlar/bilyeler gürültüyle yere düşüyor ve uyanıyorlar. Bir nevi keşif modundayken ürettikleri bağlantıları hasat edip yeniden odaklanmış modun hizmetine sunuyorlar, zenginleşerek işlerine devam ediyorlar. Einstein ise aynı şeyi çalışma odasında uzun süreler keman çalarak gerçekleştiriyor, keman aracılığı ile zihninin serbestçe dolaşmasını sağlıyor ve keşif modunu devrede tutuyor.

İlham, icat, keşif, yaratıcılık, yeni fikirler üretebilmek gibi sanki bize uzakmış gibi düşünme eğiliminde olduğumuz beceriler aslında her birimizin özünde kendiliğinden var. Elizabeth Gilbert, “bir dâhiye sahipsin, çağırırsan gelir” derken de aynı şeye dikkat çekiyor. Bu yaratıcı tarafı daha etkili kullanmak ise kendimizi -komik bir şekilde- odaklanmış modda tutmaya çalışmaktan çok çok daha kolay. “Beynimizin çok küçük bir kısmını kullabiliyoruz, tamamını kullansak neler yapabiliriz” klişesi vardır ya, bu odak mod ve keşif modu bağlamında bir bakıma doğrulanıyor ve mümkün hale geliyor. Özü itibariyle, odak modda beynin küçük bir bölümünü kullanıp “yapılması gerekenleri” yapıyorken, keşif modunda beynin tümünü kullanıp “potansiyelimizi genişletiyoruz”. Öğrenme odaklı baktığımızda da bir bakıma, odak modda bilinenleri öğreniyorken, keşif modunda bilinmeyenleri öğrenme/keşfetme şansını doğuruyoruz, önceden öğrenilenleri zenginleştirip daha kalıcı ve daha kullanılabilir olmalarını sağlıyoruz.

İş hayatında da eğitim hayatında da içinde yaşadığımız kültür bir yanıyla hâlâ ve şiddetle bize “odaklanmış mod”u önceliklememiz, mümkünse dışına çıkmamamız gerektiğini fısıldıyor. Bir yandan da özellikle iş hayatı bas bas “daha yaratıcı” olmamız gerektiğini bağırıyor. Her nedense o aralıksız fısıltıyı bağırtıya göre daha ikna edici bulmakta ısrar ediyoruz. (Belki de ödüllendirme mekanizmalarının hala ağırlıklı olarak geleneksel rutin üretkenliği merkezliyor ve teşvik ediyor olmasındandır). (Henüz) yeterince yaratıcı olamayanların yeterince odaklanamadığını düşünmeye devam ediyoruz. (Henüz) yeterince yaratıcı olamayanların yeterince yaratıcı olmak üzere özgür ve özerk hissetmiyor olabileceğini ve kendi potansiyelinin (henüz) farkında olmadığını aklımıza getirmiyoruz.

Fotoğraf: Colin Behrens

Peki neler yapabiliriz?
Keşif modunu istediğimizde devreye almak, ve daha etkin kullanmak için hemen başlanabilecek alternatifler, olasılıklar nelerdir?

  • Bir kaç dakikanızı ayırıp bu yazıyı okurken aklınızdan geçenlerin serbestçe zihninizde dolaşmasına izin verin. Bunu desteklemek için, evin/ofisin/okulun içinde bile olsa minik bir yürüyüş yapmak, mutfakta hoşunuza gidecek bir içecek hazırlamak, sevdiğiniz bir köşede oturup-uzanıp rahatlamak, pencereden dışarıyı seyretmek, varsa birlikte yaşadığınız bitki olsun hayvan olsun canlılarla ilgilenmek gibi rahatlatıcı faaliyetler yapabilirsiniz. Bu sırada sizin için en işe yarar yapılabilecekleri keşfetmek gayet olası.
  • Bir önceki maddede bahsi geçen her bir faaliyet beyninizin keşif modunu harekete geçirmek için kullanılabilir.
  • Elbette Dali, Edison ve Einstein’ın yöntemleri olduğu gibi yada değiştirilerek kullanılabilir 🙂
  • Çalışırken 20-25 dk’da bir ara verip ~5 dk rahatlatıcı bir faaliyette bulunmak (bu noktada ‘pomodoro tekniği’ne bakılabilir, tekniği akıllı cihazlarla kullanmak üzere geliştirilmiş ücretli ücretsiz uygulamalardan yararlanılabilir).
  • Bir çalışmada tıkandığımızda ya da iyi gibi bir görünen bir fikri değerlendirme ihtiyacı olduğunda bir fikrin bir gece üstüne yatmak benzer bir potansiyeli tıkanıklığı çözmek üzere devreye alabilir.
  • Yürümek
  • Duş almak
  • ….

Daha pek çok şey saymak mümkün, ancak en değerlisi kendiniz için yaratacağınız, size ait olan pratikler olacaktır. Önemli olan yapmak isteyeceğiniz ve yapabileceğiniz, sizi rahatlatan bir (veya daha fazla) faaliyeti daha bilerek ve isteyerek (ve belki bazı durumlarda suçluluk duymayarak) kullanmaya başlamak. Keşfedip uyguladıklarınızı yorumlarda paylaşarak yapılabilecekler önerilerini birlikte büyütebiliriz. Çok da güzel olur 🙂

Meraklısına İlave Kaynaklar:
Hayati Mevzular – İnsanın Süper Gücü: Sezgi (Podcast)
Hayati Mevzular – Başarılı Olmak ya da Olmamak (Podcast)
Beynin Dağınık Modu (Blog Yazısı)
Tamam Düzlemi (Blog Yazısı)
#ÖğrenmeyiÖğrenmek etiketli diğer paylaşımlar (Twitter)
İşte ve Yaşamda Kendi Yolun – Ece Agabeyoglu ile Öğrenmeyi Öğrenmek üzerine konuştuğumuz bölüm (Podcast)

Advertisement

Rise to your potential! Potansiyeline yüksel!

We’ve been programmed to reconcile ourselves to less of our potential. We’re not robots, yet, still programmed. In the beginning of industrial age, the need for work-force was described as unquestioning, less thinking, obeying. As it was not possible to create robots at that time, they needed standardized people. The following quote is one of the best ones describing the solution found:

“An organization composed of individuals of mediocre ability, working in accordance with policies, plans, and procedures discovered by analysis of the fundamental facts of their situation, will in the long run prove more successful and stable than an organization of geniuses each led by inspiration” (Taylor Society)

Then, to succeed this, education system (basically, schools) needed to be updated. A very direct quote telling us what was changed with education system:

“The aim of public education is not to spread enlightenment at all; it is simply to reduce as many individuals as possible to the same safe level, to breed and train a standardized citizenry, to put down dissent and originality. That is its aim in the United States… and that is its aim everywhere else.” (H.L. Mencken)

Today, if you say the say the same, probably you would be immediately labeled as narrow-minded. Unfortunately, that narrow-minded system is still the valid one in many countries in the world. Even though, new skills and new development ways are being craved  by many of us and many of the organization in today’s world.

You, as an individual, in your every step towards your own potential, the system is warning you using different tools, which might even be your very own thoughts: you die if you fly too high, remember Icarus, hear your father’s warning!

Icarus and his father, being kept in a tower in Crete, attempt to escape by means of wings that is constructed from feathers and wax. Icarus’ father warns him about two things. One of them is not too fly too high. Icarus ignores the advice, gets too close to the sun, wax melts and he dies after falling into the Aegean Sea.  (also source of the idiom: “don’t fly too close to the sun”)

This is mostly and in many cases what you hear about Icarus. Don’t be too ambitious. You fly high, you die. Maybe!

The second advice was not to fly very low as sea’s dampness would effect the wings. 

In other words, you die if you fly too low too, or it gets very heavy. You die if it’s too low too; slower and with difficulty to breathe. Sometimes, when it gets really tough, you go a little bit higher to relax. Then, you get lower as you fear getting burned, fear being unsuccessful, and as your long time learning pushes you back. You start dying again, slowly and without realizing.

Yet, there are many beautiful high levels you may fly without letting wax being melt. Are you afraid? No problem, everyone would be afraid! The only thing you have to do is keep wax under control. You do know flying. You do know what to do, do!

If you like this and like to further dig, references and inspiration sources that I could recall.

Todd Rose, The End of Average, How We Succeed in a World That Values Sameness

Icarus story from Seth Godin, video

İcarus Story(Wikipedia)

Azra Kohen, Aeden, novel (to my knowledge, not yet translated into English)


Potansiyelinin azına razı olmak için programlandık. Robot olmasak da programlandık; endüstri devrimi başladığında, söyleneni sorgulamadan, üzerinde düşünmeden yapan iş gücüne ihtiyaç vardı. Robot yapmak mümkün olmadığına göre, standart üretim için standart insanlar gerekmişti. Bulunan çözümü en güzel yansıtan alıntılardan biri şöyle:

“Ortalama yeteneklere sahip, politikalar, planlar ve detaylı analizler sonucu oluşturulmuş prosedürlere uyumlu çalışan insanlardan oluşmuş bir organizasyon, uzun vadede, dahilerden oluşmuş ve esinlenmelere sahip insanlardan oluşmuş organizasyonlara göre daha başarılı ve istikralı olacaktır.” (Taylor Society)

Ve sonra bunu başarmak için, eğitim sisteminin, okulların elden geçmesi gerekiyordu. Orada yapılanları, dümdüz anlatan bir alıntı:

“Yaygın eğitimin amacı asla bir aydınlanma sağlamak değildir; amaç, olabildiği kadar çok insanı aynı güvenli seviyeye indirgemek, standart vatandaşlar yetiştirmek üzere üremelerini sağlamak, muhalifliği ve yaratıcılığı olabildiğince azaltmaktır. bu Birleşik Devletlerde eğitimin amacıdır… ve geri kalan her yerdeki amaç da budur” (H.L.Mencken) 

Bugün bunu söyleseniz, belki de geri kafalı olarak damgalanırsınız anında. Ne yazık ki, hala o geri kafalı eğitim sistemi, dünyanın pek çok yerinde aynen devam ediyor. Üstelik bugün ihtiyaç duyduğumuz pek çok beceri ve gelişim ihtiyacı başka bir sistem gerektirse de.

Siz, birey olarak kendi potansiyelinize doğru her adım attığınızda da o ya da bu şekilde, belki de kendi zihniniz dışında başka hiç bir şeyi kullanmadan, sizi uyarıyor sistem: çok yukarı çıkarsan ölürsün, İkarus’u hatırla, babanın  sözünden çıkma!:

Babasıyla beraber Girit’te bir kuleye hapsedilmiş İkarus, kuleden kurtulabilmek için bal mumu ve tüylerden bir çift kanat yapar. Baba İkarus’a iki öğüt verir. Biri, uçmanın coşkusuyla güneşe yaklaşmaması gerektiğidir. İkarus babasını dinlemez, güneşe çok yaklaşınca bal mumu erir ve Ege Denizi’ne düşerek ölür. 

İkarus en çok böyle ve bu kadar anlatılır. Hırslarına kapılma. Çok yükselirsen ölürsün! Belki!

İkinci öğüt ise denize yakın uçup kanatlarının nemlenmesini engellemesi gerektiğidir. 

Çok alçalırsan da ölürsün, ölmezsen de ağırlaşırsın yani. Aşağıda da ölüyorsun; yavaş yavaş nefes almakta zorlanarak, ara ara çok sıkıştığında birazcık yükselerek rahatlayıp, sonra onca yılın öğrenilmişliği ile ve yanmak korkusuyla, başarısız olmak korkusuyla, tekrar alçalıyorsun. Tekrar yavaş yavaş, fark etmeden ölüyorsun.

Oysa balmumu erimeden çıkabileceğin çok güzel yükseklikler var; korkuyor musun? Sorun değil, herkes korkar. Tek yapman gereken yükselirken bal mumunu kontrolde tutmak. Yoksa uçmayı zaten biliyorsun: Ne yapman gerektiğini de biliyorsun, yap!

İlginizi çektiyse, referans ve aklıma gelen ilham kaynakları:

Todd Rose, The End of Average, How We Succeed in a World That Values Sameness

Seth Godin’den İkarus Hikayesi, video

İkarus Hikayesi (Wikipedia)

Azra Kohen, Aeden Bir Dünya Hikayesi, roman